Bağlum'dan Göynük'lü İbrahim DENLİ

"Ya Rabbi senin rızanı tahsil için bu sevgili kuluna ve evliyana hizmet ediyorum. Bu hizmetim esnasında ayağıma batan kumların, dikenlerin, taşların adedince ümmeti Muhammedi affet."

Sakın terk-i edebten


SAKIN TERK-İ EDEB’TEN!

Osmânlı devletinde yetişen bir şâirdir.
İsmi "Yûsüf" ise de, "Nâbi" diye meşhurdur.

Zamanın sultânından izin alıp bir kere,
Çıktı bir kâfileyle, "Hacca gitmek" üzere.

Nâbi”nin bulunduğu kâfilede, o zaman,
Devlet ricâlinden de, bulunurdu çok insan.

Resûlullah'a olan sevgi ve aşkı ile,
O, Hicâz yollarında, uyumadı az bile.

Kâfile yaklaşınca, Medîne'ye nihâyet,
Zirvesine çıkmıştı, ondaki bu muhabbet.

Her bir adım attıkça, o “Sevgi” artıyordu.
Kalbi, Resûlullah'ın aşkıyla yanıyordu.

O böyle yanıyorken, “Sevgi” ve “Muhabbet”le,
Gördü ki, uyur biri, ayakları kıblede.

Onu bu vaziyette görünce “Yûsüf Nâbi”,

Üzüldü, kederlendi, kırıldı ince kalbi.

Onu uyandıracak yüksek bir sesle hemen,
O anda, şu şiiri okudu düşünmeden:

(Sakın terk-i edebten, kûy-ü mahbûb-u Hüdâdır bu.
Nazargâh-ı ilâhîdir, makâm-ı Mustafâ'dır bu.

Mürâ'atı edeb’le, gir Nâbi bu dergâha.
Mutâf-ı kudsiyândır, bûsegâh-ı enbiyâdır bu.)

Daha bir çok beytlerle, “Peygamber-i zîşân”ı,
Methedip, uyandırdı o gâfil uyuyanı.

O kişi, bu şiiri işitince “Nâbi”den,
Hatâsını anlayıp, doğruluverdi hemen.

Ve “Nâbi”ye sordu ki: (Ne zaman yazdın bunu?
İkimizden başkaca, bunu duyan oldu mu?)

Dedi: (Söylememiştim, bunu ben daha önce.
İlk defâ söylüyorum, sizi böyle görünce.)

Bu cevâbı duyunca, aldı râhat bir nefes.
Dedi ki: (Amân Nâbi, duymasın başka bir kes.)

Yaklaşmıştı kâfile o sabah Medîne'ye.
Vardılar ezân vakti, “Mescid-i Nebevî”ye.

Velâkin baktılar ki, “Mescid-i Nebevî”den,
Müezzinler bu "şi’r"i okurlar hepsi birden:

(Sakın terki edebten kûy-ü mahbûbu Hüdâ'dır bu,
Nazargâh-ı ilâhîdir, makâm-ı Mustafâ’dır bu.)

Nâbi ile o kişi, şaşıp hayretlerinden,
Gelip süal edince müezzinin birinden,

Dedi ki: (Resûlullah bütün müezzinleri,
Rüyâda îkâz edip, verdiler ki şu emri:

"Bu sabah, ümmetimden “Nâbi” isminde bir zât,
Ziyârete gelir ki, yakındadır şu sâat.

Sabah, ezândan önce, onun şu "şiiri"ni,
Okuyarak kutlayın, buraya girişini."

Biz de, Resûlullah'ın verdiği emre uyduk.
Bunu, Ondan öğrenip, hep birlikte okuduk.)

Şâir Nâbi” duyunca, bu sözü müezzinden,
Sevinç gözyaşlarıyla ıslandı yüzü birden.

Sakın terk-i edebden kûy-ı Mahbûb-i Hudâ’dır bu
Nazargâh-i ilâhidir, Makam-ı Mustafâ’dır bu
Sakın edebi terk etme.
Felekde mâh-i nev, Bâbüsselâm’ın sîne-çâkıdır
Bunun kandili Cevzâ, matla’-i ziyâdır
Habib-i Kibriyâ’nın hâbgâhıdır fazilette
Tefevvuk-kerde-i  Arş-ı Cenâb-ı Kibriyâ’dır bu.
Bu hâkin pertevinden oldu deycûr-i adem  zâil
Amâdan açdı mevcûdât düş ceşmin tûtiyâdır bu.
Muraât-ı edep şartıyla gir Nâbî bu dergâha
Metâf-ı Kudsiyandır cilvegâh-ı enbiyâdır bu Ey Nâbî

Açıklaması

(Burası Allah’ın sevgilisinin beldesidir.
Cenâb-ı Hakk’ın nazar buyurduğu, Hz. MuhammedMustafâ (s.a.v)’nın makamı, Ravza-i Nebî’dir
Bu Gökteki yeni ay, Bâbüsselâm kapısının yüreği yanık aşığıdır.
Ayın kandili Cevzâ yıldızı bile ışığının nurunu ondan almaktadır.
Burası, Allah (c.c)’ın sevgilisinin ebedî istirahatgâhının, türbesinin bulunduğu yerdir ve fazilet bakımından Cenâb-ı Hakk’ın izniyle onun arşınaçıkartılmıştır.
 Bu toprağın ziyâsından, yokluğun karanlıkları ortadan kalktı. Bütün yaratılmışların görmeyen gözleri açıldı, çünkü bu toprak, gözlere şifa veren sürmedir.
Bu dergaha edep ölçülerini gözeterek gir; çünkü burası meleklerin tavaf ettiği ve Peygamberlerin tecelli ettiği bir yerdir.)


Yazılış Hikayesi

Osmanlı Divan şairlerimizden 17. asırda yaşamıştır. Aslen Urfalıdır. Peygamberler şehri Urfa’nın manevi ikliminde iyi bir eğitim alan Nâbî, çocukluk ve ilk gençlik yıllarından sonra İstanbul’a göçmüştür. Tasavvuf terbiyesi de görmüş olan Peygamber âşığı Nâbî, padişah IV. Mehmed döneminde Hacca gitmek üzere bir kısım devlet erkanıyla birlikte yola çıkar. Kafile Medine-i Münevvereye yaklaşmıştır. Vakit gecedir. Rasulüllah (s.a.v) Efendimiz’e bir an önce ulaşma özlemiyle Nâbî’nin gözüne uyku girmemiştir. Fakat kafiledeki bir devlet adamı, hem de ayaklarını kıbleye doğru uzatmış, uyumaktadır. Hz.Peygamber (s.a.v)’in beldesinde, edebe aykırı böyle bir gaflet hâlini bir türlü hazmedemeyen ve çok üzülen Nâbî, içinden gelen bir ilhamla yandaki kasideyi söyler :

Nâbî bu şiiri yolda yazar. Kafile şafak vakti Medine-i Münevvere’ye girmektedir. Ravza-i Mutahhara’ınn minarelerinden sabah ezanı okunmaktadır. Müezzin, ezanın ardından Türkçe bir kaside okumaya başlar.Nâbî, dikkat eder, okunan kendi şiiridir. Hemen minarenin kapısına koşar.Müezzine; Allah aşkına, okuduğun bu kasideyi nerden öğrendin, der.

Müezzin şöyle cevap verir: Bu gece rüyamda Efendimiz (s.a.v)’i gördüm, bana dedi ki: Ümmetimden Nâbî adında bir şair, benim hakkımda şu kasideyi yazdı, hoşuma gittiği için bunu okumanı arzu ediyorum. Ben de rüyamda Efendimizden öğrendiğim beyitleri aynen okudum. Nâbî, sevincinden oracığa bayılıp düşer. O, bu iltifata, Rasulüllah Efendimiz’e duyduğu edep ve muhabbetten dolayı nâil olmuştur. Hz.Mevlânâ’ya göre edep, insanın bedenindeki ruhtur, enbiyâ ve evliyânın göz ve gönül nurudur, şeytanın katilidir, insanla hayvanı birbirinden ayıran en önemli vasıftır. Edep bir tac imiş nûr-i Hüdâdan Giy ol tâcı, emin ol her belâdan Allah ve Rasulüne yükselen merdivenin basamakları, ancak edeple çıkılır...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder